• https://www.facebook.com/igmirkoyu
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=908503079957
  • https://www.instagram.com/igmirkoyu/
  • https://www.youtube.com/playlist?list=PLA7VFh21qM_iH_2jkdaJ2xsMWFwWa3dNE

Yerel Kelimeler

Aba:       Ceket
      Acaplamak:       Ayıplamak,kınamak.
      Acıcıcı: Baharda kırda yetişen baharlı bir ot
      Aga:       Ağabey.  
      Ağa:       Ağabey ve kayın biradere hitap sözü.        
      Ağartmak:       Pirinci tokmakla dövüp  beyazlatmak.
      Ağda:       Katı pekmez.
      Ağdırık-çöğdürük:       Tahteravalli oyunu.
      Ağdırmak:       Eşek, katır ve at gibi hayvanların yükünün bir yanının fazla gelip       sarkması.
Ağmak:       Yükselmek,yukarı çıkmak
      Ağman:       Kusur, eksik, kabahat, ayıp.    
      Ağnanmak:       Eşeğin yerde sırtüstü  yuvarlanması
Ağrı: Yön belirten söz.       (Doğru)
Ağşaksösü:       Yağda pişmiş yumurtayı  samırsaklı yoğurt içine katarak yapılan yemek
Ahlat:       Yaban armudu.
Ahretlik:       Yaşlı kadınlar arası kurulan dostluk.
Akbak:       Bembeyaz
Akdavar:Tiftik       keçisi
Aktarmak:       1-Tarlayı ikinci kere sürmek.  2-Harmanda  sapları alt üst etmek.
Al:       Hile, tuzak
Alabele:       Alacalı renkli
Alasemet:1-Yeni       uyanmış birinin mahmurluk hali.  2- Az pişmiş yiyecek.
Alavuz:       İkiyüzlü, arabozan, dedikoducu.
Alıştırmak:       Bir düzeneğin farklı iki parçasını birbirine uydurmaya çalışmak.
Anafur:       Rüşvet
Anazud:       Buğday sapını kağnıya yüklemek için kullanılan üç çatallı ahşap alet.
Anız:       Ekin biçildikten sonra kalan   kökleri.
Annaç:       Karşı
Apalamak:       Bebeğin emeklemesi
Apdestlik:       Eski evlerde abdest alınan yer.
Aralaşmamak: Başından       ayrılmamak.
Ardılmak:       (Bir yere) Abanmak, yüklenmek, dayanmak.
Arkalı:       Büyük, çok, kalabalık.
Arkmak:       Birine işinde yardım etmek.
Arpalık:       Köyün yakınındaki verimli tarla.
Ars:       Kümes hayvanlarına dadanan yaban  hayvanı.
Artma artmak:       Düğün veya nişanda  hediyelerin takdim edilmesi. Takı merasimi.
Artmak:       Bir şeyi bir yere asmak, takmak.
Astar:       Oda tavanı, tavandaki döşeme tahtaları.
Atkı:       Kadınların omuzlarına aldığı örtü. Şal.
Avait:       Düğün veya nişana götürülen hediye.
Avkalamak:       Birini azarlamak.
Avlağ:       Bahçe çevresine çalıdan yapılan çit.
Avlamak:       Bir yerin  çalı ile çevirmek.
Avu:       Zehir.
Avul:       Evlerin zemin katındaki boşluk.
Avurt:       Ağzın iç kısmı.
Avuz:       Yeni buzağılamış ineğin sütüne şeker katılarak  yapılan   yiyecek.
Ayağın almak:       Ekin biçme işinin bitmesi.
Ayak yolu:       Tuvalet, WC, hela.
Ayalama:       Harmanda dövenden sonra kalan samanı toplamaya yarar ahşap kürek.
Aygamber:       Ay çiçeği.
Ayı:       Eskiden topaca verilen isim.
Ayınga:       Eskiden kaçak tütüne verilen isim.
Aza:       Taziye, baş sağlığı
Azı:       Kağnı dingilinin oturduğu ahşap düzenek.
Bağdaş:       Yere dizleri kırarak  oturma şekli.
Bakıldak:       Boş fasulye kabuğu.
Banak:       Ekmeğin sofrada kalan son parçası.
Banmak:       Ekmeği yemeğe batırarak yemek.
Başangı:       Becerikli ve hamarat kız.
Başlı: Başlanmış halde olan,       henüz bitmemiş.
Bayatsımak:       Tazeliği geçmiş olmak.
      Baymak:       Yiyeceğin midede eziklik yapması
Baynımak:       Gelişmek,büyümek, ilerlemek.
      Bazlama:       Sacda pişirilen ekmek.
      Bebelenmek:       Çocukça hareket etmek.
      Beğirmek:       Keçinin ses çıkarması, bağırması.
Belemek:       Bebeği kundaklayarak yatırmak.
      Belleme:       Ayakkabı altına vurulan deri veya lastikten  yarım pençe
      Bellemek:       Öğrenmek. 
      Bestek:       Yılışarak gevezelik eden. Sevimsiz.
      Bestil:       Kurutulmuş meyve ezmesi.
      Betlem:       Hıdrellezde yumurtayı boyamak.
      Bezeme:       Vücuttaki ekzema ve kızartıları, yumurta sarısı ve kül ile ovmak.
      Bicik: İneğin yavrusu
      Bıldır:       Geçen sene
      Binit Taşı: Hayvana binmek için kullanılan yüksekçe taş
Binit:       At, eşek gibi binecek       hayvan.
      Bıkırdamak:       Kıpırdayıp durmak.
      Bırakmak:       Hayvanın düşük yapması.
Bıtırak:       Kırda yetişen dikenli yaban otu.
      Bıtlamak:       Yerli yersiz durmadan konuşmak
      Boğsamak:       Büyük baş dişi hayvanların çiftleşme zamanı, boğaya       gelmek.         
      Boğsu:       Ev inşa ederken duvarların üstüne uzatılan uzun ve kalın sırık.
      Boğu:       Düğün öncesi gelin evinden bir tepsi içinde  damada götürülen hediyeler
      Boğursak:       Çiftleşme zamanı gelmiş inek.
      Bondi:       Bidon
      Bödelek:       Böbrek.
      Bödek:       Ocaklıkta sıcak külde pişmiş yumurta
      Böğşemek:       Kirin çözülmesi.    
      Böğür:       Vücudun bel kısmının yan tarafları
Bönez: (Böğez)       Bu sefer.        
      Börtmek:       Haşlanmak. Dudakların  ağlayacak gibi , büzülmesi
      Börttürmek:       Haşlamak.  Azarlamak.
      Bulamaç:       Eskiden un şeker ve yağ ile yapılan basit  bebek maması.
Bunalmak:       Sıkılmak, daralmak.
      Bun:       Sıkıntı, yasa.
      Bunlu:       Tasalı, sıkıntılı.
Buymak:       Üşümek.       
      Buzalacı: Hamile inek
      Buzalamak: İneğin doğurması
Bükelek:       Sığırları ısırıp rahatsız eden, iri sinek.
      Bükelemek:       Bükelek ısırması ile ineklerin oradan oraya deli  gibi koşması.
Bükmek:       Hayvanları hadım etmek.
      Bürlenmek:       Üstünü bir şey ile örtmek.
      Büryan:       Kuyuda yapılan kuzu kızartması
Canavar:       Kurt.
      Cangaza:       Kesilen çam dalının pürünü davar yedikten sonra geri kalan kısım.
      Cember:       Beyaz tülbentten baş örtüsü.
      Cerge:       Bağ ve bahçelerde dal ve yapraklardan yapılan  derme çatma gölgelik
      Cıba:       Tiftiği kırkılmış koyun veya keçi.
      Cıbır:       Parasız, zayıf kimse.
      Cıdavı: Hareketli, çevik. Mert ve cesur.
      Cıkla:       Saf, sek, katışıksız.
      Cılbır:       Hayvanı çekmek için  boynuna bağlanan ip
      Cin:       Sinir.
      Cinlenmek:       Sinirlenmek kızmak
      Cincalak:       Çok küçük
      Cıngı: Kılımcır. Ocakta yanan odunlardan etrafa sıçrayan köz parçacıkları.
Cingil:       Küçük üzüm salkımı
Cıngımak:       Kızmak.
      Cınımak:       Oyunda mızıkçılık etmek
      Cırkanak:       Etin, kası kemiklere bağlayan beyaz ve sert  dokulu bölümü.
      Cırmalamak:       Kedinin tırmalaması
Cırnak: İlkbaharda yetişip yenen bir ot.
      Cıs:       Bebeklere söylenen "Dokunma,yapma!" anlamında  bir korkutma sözü.
      Cıtlık:       Özünden sakız yapılan bir ot.
      Cıv:        Ok.
      Cıvınmak: Şikayetçi olmak       sızlanmak                                                                                                          
      Cızım:       Satır
      Cızlama:       Tavada yumurta ve hamur karışımını kızartarak yapılan ince pidemsi       yiyecek.                     
      Cöfer:       Cevher. Türbe toprağı.
Cücük:       Soğan embriyonu, taze  yaprakları.
Cümcük oyunu:       Bebeklerin el üstünden hafif çimdikle  tutarak oynanan bir       oyun               
      Cümcük:  İki parmak ucu, çimdik
      Cümcüklemek:       Çimdiklemek.                                                                                                              
      Cüyümek:       Soğukta büzüşmek
      Çantı: Evlerde duvar olarak kullanılan sırık uçlarının kertilerek birbirine       kenetlenmesi.
      Çalacak:       Yoğurt mayası.
Çap:       Köy emlakinin gösterildiği       kroki.                                                                                                                 
      Çapar:       Sarışın ve mavi gözlü kimse.     
      Çaput:       Kumaş parçası.
Çar:       Kalın tülbentten kadın baş örtüsü.
      Çara:       Hamile       ineklerin dişilik organı akıntısı.
Çaynal:       Eğri, büğrü.
      Çeç:       Saman savrulduktan sonra kalan tahıl
      Çekel:       Pulluk ve sabanın çamurunu temizlemede kullanılan ve ucunda üçgen demir       olan sopa
      Çekelüz:Sincap.               
      Çekiş: Sözlü kavga.
      Çemkürmek:       Birine söz ile karşı gelmek
      Çepiş: Bir yaşlı keçi.
      Çerçi:       Seyyar bakkal.
      Çevre:       Mendil. 
      Çeyil:       Toprağın içindeki taşlı kısım.       
      Çeyiz:       (Cihiz)      Gelinin düğünde       sergilenen eşyası.
Çığ: Balık dizilen ince söğüt dalı.
Çiğindirik: Söğüdün taze       sürgünleri.     
Çığlık: Evin       hemen önünde, duvara ekli, alçak damlı,  hayvan konulan yer.
Çığsımak: Terlemek, nemlenmek.
Çıkartma: Balkon.
Çıkı: Yiyecek ve giyecek       sarılan bez bohça.
Çıkılamak:       Yiyecek ve giyeceği beze sarmak.
Çıkım: Ekin biçerken tarlada       bölünen kısım.
Çillenmek: Ekmeğin küflenmesi
Çilte: Hayvan semerinin iki       yanına yük bağlamak için  takılan urgan
Çımışkı: İnce uzun dal parçası
Çımpalamak: Bir kabı su ile       sallayıp temizlemek.
Çinti: Entarinin altına       giyilen astarlı uzun don
Çirk: Hayvan gübresi
Çırlamak: Bağırmak
Çırpı: Yakacak, ince ağaç       dalları
Çırpıştırmak:       Hafifçe vurup dövmek
Çit: 1-Basma kumaş.    2-       Bağ, bahçe duvarına çalı çırpıdan  yapılan engel.
      Çiten:       Yeni doğmuş buzağı için damın bir köşesine yapılan küçük bölme.
      Çitlek:       Kabuklu yemiş.
Çıtıl:       Nohutun henüz gök iken ateşte kızartılması. 2-Yakılan çalı çırpı.
Çitimek:       Çorap ve kumaşın eski yerinin örülmesi
      Çıtlak:       Çıt çıt. Kopça
      Çon:       Kalça
      Çorlu:       Hastalıklı.
Çotak:       Ağacın gövdesinden ayrılan ana kollar.
      Çotura:       Ağaçtan yapılan emzikli su kabı.
Çöğdürmek:       Ayakta bevletmek.
      Çökek:       Çamur
      Çölmek:       Toprak tencere. Çömlek.
      Çömçe:       Kuyudan su çekmek için ağaç kap.
      Çöne:       Çobanın yardımcısı.
Çörte:       Kırda kaynak suyunun önüne konan oluk.
      Çörten:       Evdeki atık suyun dışarı akıtıldığı boru.
      Çuvaldız:       Çuval gibi kaba ve kalın şeyleri dikmede kullanılan kalın ve uzun iğne.
      Çükündür:       Pancar
Daban: (Taban) Ekilip sürülen tarlayı       düzlemede kullanılan alet.
Dada: Bebek       dilinde şeker ve tatlı yiyecekler.
Dadanmak: Bir yere veya bir şeye       alışmak.
Dakanak: Borç.
Daklaşmak: Kavga etmek için sözlü       tahrik.
Dalamak: 1-Köpeğin ısırması.       2-Bitkilerin  teması ile oluşan acı.
Dalaz: Toz kaldırarak esen       rüzgâr.
Dam: Evin, hayvanların       barındığı bölümü.
Damüstü:       Evlerin toprakla örtülü çatısının üstü
Darın: Güçlükle, ancak
Davar: Küçük baş hayvan,       (Genellikle keçi)
Dayak: Kağnı okunu havada       tutmaya yarar 1 m. boyunda sırık parçası.
Debitme: Sac üstünde pişirilen       açık sade pide
Dedeci: Dilenci.
Dene: Ekin, darı.
Denk gelmek:       Uymak, karşılaşmak
Densiz: Lüzumsuz söz ve       davranışları olan kişi.
Depelik: Altın ve gümüşle süslü       kadın başlığı
Destimal:       Mendil.        
      Devir:       Ölen birinin borç namazlarının (güya) affı için yapılan bir işlem.
      Deyda: “Daha,       işte” gibi gösterme sözü.
      Dibek: İçinde tokmakla darı dövülen, taştan oyulmuş büyük havan.
      Didelemek:       Yün ve pamuğu seyreltmek.
      Dıdınmak:       Didinmek. Çabalamak.
      Diğdirmek:       Bebeklerin ayakta bevletmesi
      Dikelmek:       Birine sözle karşı gelmek.
      Dıkım:       Ekmekten koparılan parça.
      Dillemek:       Devamlı horlamak, kötülemek.
      Dilmeç:       Pantolonun önünde fermuarlı  kısım
      Dımbı: Seksek oyunu.
      Dımdık:       Yerli yersiz konuşan, gülen.
      Dinelmek:       Ayakta durmak.
      Dıngırdatmak:       Dinlememek, önemsememek
      Direcen:       Yıkılmaması için duvara vurulan direk
      Dîğren:       Harmanda sapları ayırıp dağıtmaya yarar ucu  demir çatallı alet.
      Diş sakızı: Bitki özünden yapılıp diş şekline getirilerek çiğnenen sakız.
      Ditmek:       Yün ve pamuğu seyreltmek.
      Divdala: İş bilmemeden, çaresizlikten doğan şaşkınlık ve gerginlik hali.
      Divitin:       Pamuklu dokuma.        
      Diyos:       Deyyus anlamında hakaret sözü
      Diytaban:       Bir şey önemsemez kimse.
      Doha !:       Öküzlere "dur1" emri.
      Dokumak:1-Ağacın       meyvesini toplamak 2- Birini adamakıllı azarlamak
      Dolak:       Kaşkol.
      Domuşmak:       Somurtmak.
      Don yağı: Hayvan iç yağını eriterek yapılan yağ.
Don:       Saman taşımak için kağnının etrafına gerilen tiftik  dokuma
      Döküm:       Köyün ihtiyacı için hane başına toplanan para
      Döl:       Koyun ve keçi yavrusu.
      Dölek:       Uslu, rahat.
      Dölenmek:       Rahatlamak, sessizleşmek.
      Döş: Göğüs.
      Döveç:       Sarımsak dövülen ağaç havan.
      Dua:       Dünürlükten sonra söz kesme töreni.
      Durgutmak:       (bebeği) sakinleştirmek, birini niyetinden vazgeçirmek.
      Durlama:       Çamaşır veya bulaşığı yıkadıktan sonra temiz sudan geçirmek
      Dumâ:       Nezle
      Duvak:       Gerdeğin ertesi günü erkek evinde kadınlar arasında yapılan eğlence
      Düğdem:       Çiğdemin olgunlaşmış hali.
      Dünür gitmek:       Kız istemeye gitmek.
      Dünürşü:       Gelin veya damatın ebeveyni.       
      Dürmek:       Katlamak
      Dürü:       Düğünden sonra yakın akrabalara bohça içinde dağıtılan hediye
      Düve:       Dişi sığır yavrusu.
      Düzen:       Alet, edevat. Ev eşyası.
Düven:       Altı çakmak taşı döşeli ve hayvanlar tarafından ekin sapları üzerinde       gezdirilerek sap ile samanı ayıran  araç.
      Düzgün:       Önemli günlerde giyilen elbise.
      Edik:       Bebek ayakkabısı
Eğirmek:       Didilmiş yünü büküp ip haline getirmek
      Eğrelti:       Emanet alınan eşya.Yıkılacak gibi duran.
      Eke:       Tecrübeli, kurnaz.
      Ekin kellesi:       Başak
      Ekleşmek:       Birine musallat olmak. Kavgada kucaklaşma
      Ekmek aşı: Ekmeğin       ıslatılıp az yağ katılarak yapılan bir yemek
      Elcek:       Ayağı tutmayanların elleri ile yürümek için kullandıkları ağaç el aleti
      Elekçi:       Elek ve demir ev eşyası satan göçebe.
      Elemsama:       (Alaimisema) Gökkuşağı
Eleserpme:       Sacda pişirilen açık, sade pide
      Ellik:       Eldiven.
      Eme yaramak: İşe yaramak. Faydalı olmak
      Emendirmek:       Yormak, zahmet vermek
      Emenmek:       Emek çekerek özenmek
      Emişik:       Süt kardeşler
      Ergürmek:       Ermek,      kavuşturmak
      Erinmek:       Üşenmek
      Erkeç:       Üç yaşında enenmiş erkek keçi
      Essah:       Doğru
      Eşkere:       Açıktan, aşikar.
      Eşme:       Kırda su kaynağı
Evcimekli:       Ev işlerinde becerikli kadın. Hamarat
      Evermek:       Evlendirmek.
      Evsikli:       Genç kız, kadın.
      Eyecen:       Bazı otların başağı.
Eyren:       Akarsuyun derin yeri
Ezinti:      Kullanılarak       bitmek üzere olan sabun
      Falaka:       Pulluk ya da at arabasında at koşum aletlerinin  bağlandığı alet.
      Fengire:       Yün eğirilen alet.
      Ferik:       Dişi piliç.
      Filike:       Musluk.
      Firek:       Kapı kilitlemek için kurulan ağaç düzenek
      Fişitleme:       Birini başkasına karşı kışkırtma..
      Fışkı: Damın süprüntüsü.
      Folluk:       Tavukların yumurtladığı yer.
      Gağşak:       Laçka
      Gâh:       Öküze,"git" sözü
      Garda:       Elbisede dikiş hatası. Pot.
      Gayli: (Galan)       Artık, bundan sonra.
      Garsamba:       Sıkışık, telaşlı zaman.
      Gavşurmak: İki ucunu birleştirip bağlamak
      Gavsalamak:       Çeç üzerindeki samanlı kısmın kabaca  alınması.
Gayım:       Sağlam, kavi.
      Gazel:       Kavak yaprağı.
Geçgeyin:       Geç vakit.
      Gerilik:       Belli zamanlar için saklanan giyecek.
      Genirak:       Biraz geri kısım, arka.
      Gerneşmek:  Gerinmek.
      Geven:       Dağlarda yetişen ve hayvan yemi olarak kullanılan dikenli ot
      Gezdan: İki yaşına kadar dişi keçi.
      Gez:       Ufuk çizgisi.
      Gezek:       Hayvan gütme  sırası.
Gıcırganmak:       Bir iş yapmaya gönülsüz olmak
      Gıdım:       Az, bir parça
      Gidişmek:       Kaşınmak.
      Gil:       Bir sülale, aile veya bir grubu belirten söz.
      Gığışdatmak:       Kâğıtları sürterek ses çıkarmak
      Gığşalak:       Bir mantar cinsi.
      Gıremise:       Beşibirlikten küçük (Cumhuriyet) altın.
      Gırna:       Aksi, huysuz.
      Gırnata:       Müzik aleti (Kemane). Hırçın kimse.
      Gıyımsız:       Cimri.
      Göcen:Tavşan       yavrusu
      Göde:       Güvercin yavrusu. Kardeş.
Gölez:       1 yaşından küçük köpek yavrusu.
      Gömgök:       Masmavi.
      Gönenmek:       Mutlu, rahat hayat yaşamak
      Gövelemek:       Büyükbaş hayvanların çiftleşme dönemine girmeleri.
      Gövermek:       1-Ağaçların  yeşermeye başlaması. 2-Bir şeye sahip olmak için duyulan       aşırı istek
      Göynek:       Humayından yapılan kısa kollu uzun atlet
      Göz:       Gömme dolap.  Oda. Pencere. Nazar.
      Gözer:       Geniş delikli eleme aleti.
      Gözleme: İnce açılıp sacda  pişirilen hamur işi.
      Güğlek:       Ağaç veya oyma kabaktan   yağ tuz  konmak için kullanılan kap
      Güğürdenmek:       Yeni dillenmeye başlayan bebeğin ağzından anlamsız sözler çıkarması
Gülü:       Hindi
      Gün dönümü:       21 Haziran. Yaz başlangıcı
Günü:       Kıskançlık.
      Günücü:       Kıskanç.
      Günülemek:       Kıskanmak.
      Gütmek:       Hayvanları otlatmak. Takip  etmek.
      Habire:       Durmadan, devamlı.
Hak:       1-Gelin alma. 2-Köyde imam, çoban ve bekçi  gibi görevlilere verilen       ücret. 
             3-Değirmende un öğütme karşılığı verilen ekin
      Hakçı: gelin almaya giden kadınlar.
      Hakırdamak:       Gürültü ile gülmek ve konuşmak.
      Halep:       Oyulmuş patlıcan kurutması.
Halkun:       Üzeri taş ile örtülen su yolu.
      Hamaylı: Boyuna asılan muska.
      Hanımiğne:       Çatal iğne.
      Harar:       Büyük çuval.
      Harç:       Düğün veya nişan için alınan yiyecek.
      Harda:       Küştürenin içindeki kesici alet.
      Harpuç: Odanın       tavanına konan çamur saman  karışımı izolasyon şekli.
      Haside:       Kavrulmuş un ve şekerle yapılan tatlı.
Hatıl: İnşaatta duvardan duvara yatay uzatılan sırık.
      Hayat:       Odaların arasındaki boşluk.        
      Helke:       Kulplu su kabı. Bakraç.
      Herene:       Leğen şeklinde büyük bakır tencere.
      Heybe: İki gözü olan dokuma torba.
      Heyheylik:       Delikanlılık çağı.
Hiç etmek:       Boşa gidermek.      
      Hıdrellez:       Eski takvimde kış aylarının bitmesi, baharın  başlangıcı. (6 Mayıs)
      Hınkırmak:       Burnundan sümkürmek.     
      Hirk:       Tarlayı sürüp dinlendirmek. Nadas.
      Hırtlaşmak:       Düğümün sıkılanması
Hokra:       Hayvanların derisi altında yaşayan asalak.
      Holta: İki ve üç etek altına giyilen astarlı don.
      Horanta:       Ev halkı.        
Horkut:       Umacı, korkulan şey.
      Horsanba:       Kaba ve yakışmayan şekilde giyim tarzı,.
Hot:       Sekgüdük oyununda sayı yapmak.
Hoyuk:       Arazideki tabii yükselti. Tepelerde çobanların taşlardan yaptığı kule.       Hüyük.
Hödüklenmek:       Şüphelenmek, tedirgin olmak.
Hödüklü:       Tedirgin, şüpheci.
Hökelekli:       Oturaklı, ağırbaşlı.
Höst:       Durması ve uslu olması için ata söylenir.
      Höşmerim:       Süt, un ve yağ ile yapılan bir tatlı.
Höykürmek:       Kızarak bağırmak.
      Husa:       Merak, tasa.
İdare:       Eskiden kullanılan aydınlanma aleti.
İfitlemek:       Bir karışım içinden bazılarını seçmek.
İğdiş: Hadım edilmiş at.
      Iğrıp:       Usül, metod, yol, yordam.
İğseri:       Çivi.
İğsi:       Ocakta bir ucu yanmakta olan odun
      Ildırayaz:       Açık havada dondurucu soğuk
      Ildırışık:       Aydınlık.
İlenç:       Beddua.
      Ilgın:       Dere kenarında yetişen ve süpürge yapılan mazıya  benzer kısa boylu bitki
İlkidin:       Bir annenin doğurduğu ilk çocuk
İmbal:       Hayvana dürtülen ucu çivili sopa
      Iramak:       Uzaklaşmak
İrezgi:       Menteşe
      Irgat:       Tarlada para ile çalışan kişi
      Irgatlık:       Ekin biçme mevsimi
      Irışkan:       Birini imrendirme, nisbet yapma. Tahrik etme, lâf çarma.
İrişkil:       Sucuk
İrkmek:       Biriktirmek.
      Isınmak:       Birine veya bir şeye karşı kalbinden yakınlık  duymak, alışmak
İğsiran:       Tekneden hamur kazıma aleti.Sıyıran
İskembe:       Sandalye
      Isnuk:       Sessiz, utangaç. Sönük.
      Işkı: Ağaç kabuğunu soyma aleti
      Işkın:       Sürgün. Ağacın genç dalları.
İşlik:       Üste giyilen gömlek.
İt dirseği:       Arpacık denilen göz rahatsızlığı.
İteği:       1- Sac üzerinde bazlama çevirmeye yarar demir / ahşap  gereç.
                2-İşe yaramaz, serseri kimse.
İtişmek:       Yarış, rekabet, iddia etmek
İvecen (Evecik): Aceleci, telâşlı.
İvmek:       Acele etmek.
      Kababaşlak:       Başı açık halde
      Kabala:       Bir miktarın ortalama sayısı veya fiyatı
Kadımalak: İlkbaharda yetişip yenen bir ot
      Kafakâğıdı: Nüfus cüzdanı
Kahrık:       Balgam
      Kakırdak:       Çorbaya konulan dondurulmuş iç yağı
Kakışlamak: İteklemek. Horlayıp kötülemek
      Kalbur:       Geniş delikli eleme aleti.
      Kalgımak:       Koşmak.
      Kalkan dikeni:       Deve dikeni.     
      Kaltak:       1-Eski ayakkabı. 2-Hafif, kötü kadın.
      Kanak sakızı: Karakavuğa benzer bir otun özünden yapılan sakız.
      Kancık:       Hayvanların dişisi.      
Kandıl:İçi astarlı, saman selesinden büyük örme sepet
      Kanırmak:       Çiviyi sökerken eğip bükmek.
      Kanlıca:       Kırmızı renkli yenen bir mantar cinsi
      Kapama:       Testide pişirilen etli pilav.
      Kapcık:       Bazı meyvelerin dış kabuğu.
Karaçav: Kağnının iki yanına uzatılan sırıklar.
      Karaca:       Çörek otu.      
      Karakavuk: İlkbaharda yetişip yenen bir ot.
      Karartı: Gölge.
      Karevle:       Ayakkabı.
Karık:       Bahçede sebze ekilen bölümler.
      Karmak:       Karıştırmak.
      Kasılmak:       Bendini beğenmek,  büyüklenmek.  
      Kasım:       Halk takviminde,      Kasım ile Mayıs arasındaki 180 günlük süre. Kış mevsimi
      Kasnak:       Sofrada sininin altına konan, ince tahtadan  yuvarlak araç.
      Kaş: Toprak dam.
      Kaşıklağ: Kaşık konulan sepet, kaşıklık.
      Kav:Söğüt       ağacının köke yakın yerinde oluşan mantarımsı doku.
      Kavsara:       Sepet. Göğüs kafesi.
      Kavurga:       Ateşte kızartılmış tahıl.
      Kavut:       Leblebi ve kuru ahlat tozu
      Kaygana:       Omlet.         
      Kaykılmak:       Geri yaslanıp rahatça oturmak
      Kazguç:       Çiğdem kazma aleti.
      Kelesti:       Gölge. Göz önünden aniden geçen belirsiz şeyler.
      Kemre:       Hayvan gübresinden yapılan yakacak.
      Kenef:       Helâ, tuvalet, yüznumara, ayakyolu
      Kerahat:       Pis, hoşa gitmeyen.
Kerdahlı: Kılık kıyafetine aşırı önem gösteren. Havalı
Kerç:       Dokundurarak konuşma. Birini ima yollu eleştirme.
      Kesene:       Bir işin yapımını götürü almak.
      Kevsen:       Samanla karışık tahıl. Malama.
      Kılavlamak:       Bileylenen bıçağın yüzlerinin  ince eğe ile  temizlenmesi
      Kıldırgıç:       Sallanarak, eğri büğrü yürüyen.
      Kınnap:       Balmumu sürülerek sertlik ve  sağlamlık verilen kalın dikiş ipi.
      Kıran:       Öldürücü salgın hastalık.
      Kırçmak:       Bir şeyi koparmak.
      Kırgı: İşe yaramaz, verimsiz yarık arazi.
      Kirellik:       Banyo yapılan yer.      
      Kırıdak:       Kendini beğenen, gostak.
      Kırıtmak:       Ayakta durmak. Gülümsemek.
      Kırklık:       Koyun yünü ve keçi tiftiği kırkma  aleti
      Kırma:       Kalın öğütülüp hayvanlara verilen arpa.
      Kısımlamak (Hapazlamak):       Tek elin avucu ile bir şeyi tutmak.
      Kıvrak:       Çabuk, tez.
      Kıymık:       Küçük odun ve ağaç parçacıkları.
Kirt:       Sert, kart
      Kısık: İki tepe arasındaki geçit
      Kişelemek:       Tavuğu kovalamak
      Kıvırdım:       Düğünde çeyizin cinsi, miktarı ve fiyatının  tesbit edildiği yazılı       tutanak.
      Kıyılmak:       Aşırı açlıktan midenin ezilmesi
      Kıymık:       Kesilen       odunun küçük parçaları.
Kızkaçıran:       Siperliği kalkık erkek kasketi
      Kocuk: İçi kürklü parka.
      Koçalak:       Baharda kırda yetişip yenen bir ot.
      Kofalmak:       Sevinmek. Bir şey ile gururlanmak
      Koğlaşmak:       Birinin dedikodusunu yapmak.
      Koğu:       Gıybet, dedikodu
      Koğucu:       Arada lâf taşıyan
      Kokak:       Pis.
      Kolan:       Semeri eşeğe bağlayan kuşak
      Kolçak:       Çalışırken dirseğe kadar geçirilen kolların kirlenmesine engel kolluk.
      Konak:       Saçdaki kepek. Köy odasına, imam ve bekçiye  yemek verme sırası.
Kongur:       Öcü, umacı.
Konç:Ayakkabının       arka kısmı.
Kostak:       Kasılarak gezen.
      Koşmak:       At ve öküzü, araba veya pulluğa bağlama.
      Kotarmak:       Yemeği       başka kaba boşaltmak.
      Koyultmaç:       Koyun sütü ile yapılan tatlı yiyecek.
      Köçek:       Erkek çengi
      Kömme:       Kızgın       kül içinde pişirilen bir çörek
      Köpen: İşe yaramaz çul.
      Körduman:       Sis.
      Körenlenmek:       Sönmeye, iyi olmaya başlamak
      Körük:       Eskiden demirci atölyesine verilen isim
      Kösnük:       Kızana gelmiş köpek.
      Kösülmek:       Uzanıp yatmak, sere serpe oturmak
      Kösüre:       Kesici aletleri bileme aracı.
Köşmen:       Şişmanca
      Kötücü:       Bir şeyi bilemeyen, yapamayan (Çocuk).
      Kötülemek:       Zayıflamak. Birini küçük düşürmek
      Kubaşık:       Ücretsiz olarak karşılıklı yardımlaşma.
      Kubat:       Öcü, korkacak şey
      Kulak tözü:       Kulağın arka kısmı.
Kullap: İlkel       menteşe.
      Kundaklamak:       Bebeği bez ile sıkıca sarmak.
      Kundak:       Kedi yavrusu.
      Kunduru:       Bir buğday çeşidi.
      Kunnacı: Hamile hayvan.
      Kunnamak:       Hayvanın yavrulaması.       
Kurna:       Pınardan su akan boru.
      Kursak:       Mide, işkembe.
      Kuş lastiği:       Sapan.      
      Kuş tiridi:       Bulamaç       şeklinde bebek yiyeceği.
      Kuşene: İçine yemek konulan bakır kap.
      Kuytak:       Saklanılacak kuytu yer.
      Kuyulmak:       Acının hissedilmesi.
      Kuzulacı: Hamile koyun
      Küçülü:       Nazlı, her istediği yapılan çocuk
      Külçe:       Küçük bazlama.
      Küllük:       Ocak külü ve çöp dökülen yer.
      Külüstür:       Eski, işe yaramaz.
      Kümbül:       Patates.
      Künge:       Toz, çöp, süprüntü.
      Kürke yatmak:       Tavuğun kuluçkaya yatması.
Kürtün:       Kar yığını.
Kürük:       Küçük kulaklı koyun ve keçi.
      Kürümek:       Kürek ile kar, pislik temizlemek.
      Küskü:       Kalın ve uzun bekçi değneği.
      Küştüre:       Tahtanın yüzünü düzeltme aracı.
Küt:       Kötürüm. Bacakları tutmayan.
      Kütlük: İnsan üzerine çöken bitkinlik, uyku hali
      Kütül:       Soğanla kavrulmuş bulgur yemeği
      Küymek:       Hakkına razı olmak.
      Mahlamak:        Çok aşırı yorgunluk ve yemekten hareket  edememek.        
      Makadam:       Taş döşenerek yapılan yol. Kaldırım.
      Malak Hamuru:       Un, yağ ve şekerle yapılan tatlı
Malak:       Manda yavrusu. Hamur tatlısı.
Manca:       Yemek.           
      Mancar:       Geniş yaprakları haşlanıp sarma yapılan ıspanağa benzer yaban bitkisi.
      Mandal:       Sokak       kapısına asılan ilkel kilit aleti.
      Masat:       Bıçak bileme aleti.
      Maşrapa:       Kulplu su içme kabı.
Matçalı: Pis.
      Mayasır:       Basur.  Makatta oluşan kaşıntılı hastalık.       
      Mayışmak:       Tembellik, sıcak veya yemekten dolayı olduğu yerden kımıldayamamak
      Meh: "Al"       anlamında söz
      Mernecim:       Çalgısız yapılan düğün.
      Meşkef:       Çok ağır kir. Pasak
      Met:       Çelik çomak oyununda kısa değnek parçası
Mıh:       Öküz, at ve eşek nalını tutturmak için hayvanın ayağına çakılan demir       çivi.
      Mıhlama:       Soğanlı kıyma üzerine yumurta kırılarak yapılan basit yemek
      Mırık:       Batak çamur
      Mısmıl:       Temiz (Hayvan)
      Mucur:       Sekiz kiloluk bir ekin ölçü kabı
Musufa:       Sedir, seki.
      Mücüre:       Kilitli küçük sandık. Çekmece
      Nacak:       Kısa saplı balta
      Nakıs:       Aksi, huysuz
      Namazlağ: Seccade.
      Nemben:       Ne bileyim ben.
      Nezelmek:       Kumaşın eskiyip incelmesi
      Nişt !: İneklere "Geri git!" ünlemi.
      O değilden:       Asıl maksadını belli etmeden.
      Ol görüp:       Başarısızlıkta, boşa giden zaman ve emeği anlatan söz.
      Ok:       Kağnıda, arkadan öne uzatılan büyük ağaç
      Oklağaç:       Yuvarlak hamur açma aleti. Oklava
      Okumak:       Davet etmek
      Omca:       Üzüm bitkisi.
      Onaçça:       Güzelce, iyice
      Onmak:       Mutluluk, rahata ermek, sağlıklı olmak
      Oranlama:       Atasözü, öykü, uydurma söz. Bir anlam ifade eden iki dizelik özlü söz.
      Ortancılı: Ortanca çocuk
      Osan:       Saf.
      Oşkiş: Köpeği kışkırtma, saldırtma sözü
      Oturmak:       Bir kızın, erkeğin evine kaçıp gelmesi
      Oturmakçı: Misafir.
      Oynamak:       Kadın ve erkek arasındaki ayıp  sayılan gayri meşru sevgi ilişkisi.
      Oynaş: Eski dilde sevgili.
      Oyulgamak:       Kaba ve basitçe dikmek.
      Öbek:       Savrulmak için yığılmış ekin saman karışımı
Öcü:       Çocuğu korkutmaya  söylenen hayali yaratık
      Öğülcümek:       Kusacak gibi olmak.
      Öhrü:       Korkunç.
      Ölçermek:       Ucu yanan odunları ocağa yaklaştırmak.
      Örü:       Keçi ve koyun sürüsünü  gece yarısından sonra yaylıma çıkarmak.
      Örüklemek:       1-Ağzına kadar doldurmak. 2-Hayvanı otlaması için uzun bir iple bir yere       bağlamak
      Örüsger:       Rüzgâr.         
      Ötürmek: İshal olmak.
      Özemek:       Koyu bir sıvıyı su ile karıştırıp cıvıtmak
      Pahal:       Kimseye yardımı dokunmayan kimse.
      Pala:       Tiftikten dokunan yer sergisi.       
      Para:       Az, azıcık, bir parça.       
      Pasak:       Kir       
      Patoz:       Saman ve taneyi ayıran harman makinası.
Pazı: Bir bazlamalık hamur parçası.
Pelese:       Eski, işe yaramaz. Sebze fidesi
      Peşkir:       Havlu.  
      Peştemal:       Kadınların önlerine taktıkları önlük.
      Pilit:       Meşe ağacının meyvesi. Palamut.
      Pırpıt:       Yünden dokunan pantolon.
      Pisilemek:       Çocuğu aşırı sevgi ile nazlı büyütmek.
      Pisleğeç:       Küçük kısa tahta kürek.
      Pısmak:       Saklanmak. Şişin inmesi.
      Potak:       Ayı yavrusu.
      Potur:       Kaba kumaştan, arkası bol pantolon.
      Pörtlek:       Yuvasından çıkmış (Göz)
      Purç:       Ağaç dalında biten mantarımsı asalak doku
      Pusuruk:       Puslu ve sisli hava.    
      Puşumak:       Somurtmak. Küsmek.
      Puykurmak:       Yemek anında gülerek ağzından çevreye birşeyler saçmak.
      Pür:       Çam ağacının yaprakları . 
Pürçek:       Saç püskülü
      Rahmet:       Yağmur.        
      Sacayağı: Ocakta, üstünde yemek pişirilen, ekmek ısıtılan üç ayaklı demir alet.
      Saçı: Düğünde davetlilerin damada arttıkları para veya türlü hediye.
      Saçkıran:       Çıyan, kırkayak.
      Sağdıç:       Damadın yanında duran, küçük çocuk
      Sahan:       Yayvan bakır kap.        
      Sail:       Yoksul. Yardıma muhtaç kimse.
      Sako:       Palto, ceket gibi üst giysisi.
      Sal tahtası: Cenaze taşınan dört kollu tahta.
      Sağlak:       Kırda davar ağılı.
Salım:1-Grip. 2- Bir pişirimlik pirinç, bulgur, makarna  miktarı.
Sallangaç:       Salıncak.
      Salta:       Entari üstüne giyilen sırmalı yelek.
      Sap:       Ekinin biçilmiş hali.
      Sapırdamak:       Konuşma ve davranışlarda düzensizlik                 
      Savsalamak:       Aceleden doğan telaşlanmak.
      Savsalı: Heyecanlı, telaşlı, aceleci
      Sayı: Dönümden küçük arazi ölçüsü
      Sayıntı: Saygı, görgü
      Seğirtmek:       Yetişmek için koşmak
      Sehim:       Kura çekiminde herkese düşen pay.
      Sekgüdük:       Esnek değneklerle oynanan bir oyun
      Sele:       Büyük saman sepeti.
      Seme:       Salak, sersem.
      Senir:       Dağ veya tepelerin arasındaki sırt.
      Sergen:       Raf.
      Sevgüsüz:       Sevilmeyen davranışlarda bulunan
      Seyis:       Boynuzlu keçi.
      Siftinmek:       Omuzlarını oynatarak kaşınmak
      Sıkraz:       Cimri
      Sındı: Makas.
      Sinirsek:       Etin sinirli kısmı. Odunun sert kısmı.
Sinsin:       Düğünde müzik eşliğinde ateş  etrafında dönerek  oynanan oyun.
      Sıracalı: Dertli, hastalıklı.
Sirke:       Bit yavrusu.
      Sırnaşmak:       Yapışıp yalakalık ve zevzeklik  etmek
      Sivil:       Deride oluşan sert kabarcıklar
      Sıyırmak:       Kazımak, Değerek  geçmek
      Soğukluk otu:       Semizotu
      Soğulmak:       Hayvanın sütünün kesilmesi
      Sokakçı: Misafir.
      Soku:       Bir şeyi saklama yeri. Zula.
      Sölpümek:       1-Yaşlılıktan derinin sarkması. 2- Sıcak suya sokulan trikonun sarkması.
Sorak:       Bebeğin ağzına tülbent içinde verilen üzüm, lokum gibi şey.
      Sorudak:       Asık suratlı.
Sorutmak:       Ayakta durmak, dikilmek
      Soyak:       Gurup halinde gidiş şekli.
      Soyka :       Soyulup hayvana yedirilen ağaç kabuğu.
      Soyma:       Kabuğu soyulmuş söğüt dalı.
Söbe:       Eğri, biçimsiz, yamuk. Saklambaç oyunu
      Sumsuk:       Yumruk.
      Sundurmak:       (Yukarıya) vermek
      Sunturaç:       Ayağı nallanacak öküz, at ve eşeklerin tırnağını kesmeye yarar  alet
      Susa: Şose. Asfalt yol.
      Sargınlık:       Kişiler arasındaki yakınlık, sevgi ve dostluk bağı.
Sübüre:       Yoğurtlu hamur yemeği.
      Sümdük:       Davetsiz her yerde bulunan.
      Sümürtlemek:       Suyu, ayranı kaptan bardaksız  ve bir nefeste içmek
      Sünmek:       Uzanmak. Ölümü beklenen hastanın yatışı
Sürecek:       Yeni yürüyen çocuklar için ağaçtan yapılan üç tekerlekli oyuncak.
      Sürgüç:       Bulaşık bezi
      Süvari:       Pantolonun dizine konan yama.
Şak:       Bölüm, parça, dilim.
Şalaman:       Yüze gülen, dalkavuk.
Şallak:       Üstü başı yırtık, dağınık kimse
Şarlak: Şelale.
Şartasız:       Utanmaz, belalı kimse.
Şayak:       Pantolon.
Şebit:       Yufka
Şina:       Araba tekerleğine geçirilen demir  halka.
Şırgınlı: Yüzü gözü pis, çapaklı kişi.
Şişek:       Bir yaşından büyük toklu.
Şum:       Uğursuz.
      Tafra:       Surat asıklığı.
Tahra: Ucu çengelli odun       kesme aracı
Tahaşşut:       Her tür biçilmiş kereste.
      Tahtalı kamyon:       Kasalı kamyon.              
      Takı:1-Düğün       ve nişanda geline takılan altın. 2-Hayvanların boynuna asılan çan,       çıngırak.
Takım: Sıgara ağızlığı ve       tütün tabakası.
Tarhana çiçeği:       Güzün kırda yetişen bir çiçek.
      Tasvir:       Resim, fotoğraf.
      Tavsamak: İşin uzaması, tadının kaçması.
Taya:       Çeltik dövülen çatallı sopa.
      Tek durmak:       Uslu   durmak
      Teke:       Damızlık erkek keçi.
      Telbüz:       Düzenci, kurnaz kimse
      Teliz:       Çuval.    
      Temre:       Genelde elde oluşan kaşıntılı hastalık
      Tevatür:       Abartılı, mübalağalı.
Tezek:       Hayvan gübresinden yapılan yakacak.
      Tımışkı (Çımışkı) : İnce uzun dal parçası.
Tırbâlı: Hastalıklı, hastalığı eksik olmayan.
      Tir:       Çeltik lekleri arasındaki yükselti, sınır.
      Tire Çorabı: Lastik iplikten yapılan çorap.
      Tıska:       Soluk benizli, zayıf.
      Tokaç:       Çamaşır dövmekte kullanılan araç
      Tomafil:       Otomobil. Motorlu taşıt.          
      Toman: Şalvar 
      Tonç: İki tarla arasındaki tümseklik. Sınır.
      Tongur:       Düzgün olmayan yuvarlak
      Tonra:       Kir.
      Tosbağa:       Kaplumbağa.
      Toyga:       Yoğurt çorbası.
Tozak: İnce yağan kar.
      Töhmürük:       Balgamlı öksürük
      Tömek:       Dam penceresi.
      Törsengi:       Ters, inatçı
Tumman:       Pantolon.
      Turfan:       Yoğurdun çalkandığı küp.
      Tutak:       Sıcak şeyleri tutmaya yarayan bez
      Tutum:       Hal, davranış.
Tükyalı: Domatesli pirinç pilavı.
Tünek:       Üstünde tavukların uyuduğu sırık
      Tünemek:       Kümes hayvanlarının kümes veya damda bir sırık üzerinde uyuması
Uğunmak:       Çaresizlikten sızlanmak.
      Ulaşıklı: Nişanlanmış kız veya erkek.
      Ulaşmak:       Nişanlanmak
      Unra:       Hamurun yapışmaması için serpilen un.
      Urba:       Giyecek.
      Ustun:       Odanın astarı.
Usumuna:       Gelişi güzel, kendi başına.
      Uşak:       Küçük (Erkek) çocuk.
      Ut:       Ar, utanma, sıkılma.
      Utlanmak:       Utanmak, sıkılmak.
      Uyuntu:       Serseri, tembel, uyuşuk.
      Üfe: İçi boş ve tanesiz çeltik.
      Üfelek:       Yaprağından sarma yapılan ıspanağa benzer yaban bitkisi. Efelek
      Üleşmek:       Paylaşmak, bölüşmek.
      Ünlemek:       Bağırarak çağırmak.
      Ürmek:       Havlamak.
      Ürün:       Süt,yoğurt,peynir, tere yağ gibi  hayvansal yiyecek mamülleri.
      Üşencek:       Tembel.
      Ütmek:       Oyunda karşıdakinden bir şey kazanmak
      Üvendire:       Çift sürerken öküzleri idare etmek için kullanılan uzun değnek.
      Variyet:       Varlık, zenginlik.
      Yaba:       Öbek savurmaya ve saman doldurmaya yarar çatallı ağaç alet.
      Yağar:       Yağlı kir.
      Yakmak:       Birine veya bir olay üzerine doğaçlama ile türkü besteleyip söylemek.
      Yal:       Hayvanlara verilen sulu yemek artıkları
Yallı: Üzerine yemeği dökerek yiyen.
      Yama:       Bayır, yokuş.
Yamaç:       Karşısı.           
Yamalık:       Yama yapmaya yarar bez parçası.
Yan taşı: Ocaklığın iki yanındaki taşlardan biri.
Yandana: Yontulan ağaç gövdelerinin yanyana ve üstüste konularak yapılan ev (iç / dış) duvarı.
Yangabuz:       Aksi, geçimsiz.
      Yanır:       Çam sakızı.       
Yanırlı: Sırt.
      Yanıt:       Nişan sonrası kız evinden damada gönderilen hediye paketi.
      Yanmak:       Aşık olmak. Sevdalanmak      
      Yantiri:       Hafif yan yürüyen. Az aksi huylu.
      Yapışak:       (argo) Birinin yanından ayrılmayan
      Yaren:       Arkadaş, dost
      Yarılgan:       Su ve sel ile yarılmış arazi.
      Yarım:       16 kiloluk tahıl ölçü birimi
      Yarışmak:       Koşmak
      Yarsımak:       Gördüğü bir şeyi canı çekmek.
      Yaslağaç:       Saca ekmek koyma ve alma aracı.
Yaşmak:       Gözler açık kalacak şekilde başı örtmek.
      Yatsılık (Uykuluk):       Uzun gecelerde yatmadan önce yenilen yemek.
      Yayık:       Yoğurttan süt çıkarmaya yarar ahşap araç
      Yayılmak:       Hayvanların otlaması.
Yaylım:       Otluk alan.
      Yazı: Düz arazi.           
      Yazma:       Baş örtüsü, yemeni.    
      Yazmak:       Birini dövüp hırpalamak.
      Yel:       Kas ağrısı.
Yelmik:       Baharda yetişip yenilen bir ot.
      Yençek:       Hafif, oturaklı ve ağırbaşlı olmayan.
      Yeşilustan:       Yeşil renkli kertenkele.
      Yetirmek:       Denk getirmek, yetiştirmek
      Yetmek:       Arkasından yetişmek.
      Yilikmek:       Yaramazlık yapmak.
      Yoluşmak:       Bir şeyi yapmaya uğraşmak, çabalamak.
      Yosmak:       Zannetmek.
      Yöniğne:       Yorgan iğnesi.
      Yörelenmek:        Hafif bir şeyler yiyip açlığı yatıştırmak.     
      Yuka:       (Yufka) Hafif, ince.
      Yular:       Hayvanın başına geçirilerek çekilen urgan
      Yumak:       Yıkamak
      Yummak:       (Gözlerini) Kapatmak
      Yunmak:       Yıkanmak
      Yuntu:       Bulaşıktan artan kirli su.
      Yuvak:       Evin akmaması için yağmur yağınca kaşda gezdirilen ağır taş silindir
      Yüklük:       Odalarda yatak konulan gömme dolap
      Yürüklü:       Aş ermiş hamile kadın.
      Zağmak:       Akmak, kaymak, kaçmak
      Zahra:       Hayvan yiyeceği. Saman, yem, ot. Zahire.
      Zebella: İri yarı.
Zebinlik:       Islaklık, çamur, çökek.
      Zelve:       Boyunduruğun öküz boynuna geçirilen kısmı
Zere:       Bir sebebi anlatmak için kullanılan söz.
      Zevklenmek:       Biri ile alay etmek.
      Zevzek:       Lûzumsuz, boş konuşan.
      Zıbın:       Bebeklerin içine giydirilen ince içlik.
      Zilif:       Öne doğru dökülen saçlar. Zülüf.
      Zilli:       (Argo) Alımlı gösterişli kadın.
      Zivrik:       Ekinin filizlenmiş hali.
Zılgar: Yeni yetişmekte olan çam fidanı.
Zıravut:       Çok iri.
      Zırıncımak:       Huysuzlanmak. Boş yere ağlamak
      Zırtaboz:       Laf, söz dinlemez kimse
      Zırzavut:       Sebze çeşitleri
      Zırzop:       Düşüncesiz.
      Zobu:       Büyük, iri.
      Zölbür:       Hantal, dağınık ve savruk kimse.
Üyelik Girişi
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.304532.4339
Euro34.423434.5613
Nöbetçi Eczaneler
Takvim